Kapitülasyon

Sürekli Atatürk'e, Lozan'a saldıran ahmak bir kitle var bu ülkede. O kadar ahmak ve cahil bir kitle ki bu, koskoca Osmanlı'nın Atatürk yüzünden yıkıldığını zannediyorlar. Halbuki Osmanlı kendi hataları sebebiyle yıkıldı. O hatalardan biri de tarih derslerinden anımsayacağınız üzere kapitülasyonların sürekli hale gelmesiydi. Bir ülkenin ekonomik gelişimini ve bağımsızlığını tehdit eden bu konuya dair uzun bir yazı yayınlayacağım. Bu yazı dizisini okuyun, okutun. Önce kapitülasyonun tanımıyla ve çerçevesiyle başlayacağız.

KAPİTÜLASYON NEDİR?

Kapitülasyon; yabancılara verilen her türlü imtiyazlardır. Eskiden "İmtiyazat-ı Ecnebiye" denirdi. Devletin yabancılara tanıdığı imtiyaz ve muafiyetlerdir. Kelime batı dillerinde çeşitli manalar ile ifade edilir. Fransızca 'bir yerin teslimi için yapılan antlaşma', İtalyanca 'savaş sırasında bir ordunun, bir kale ya da bir şehrin teslim edilmesi amacıyla yapılan anlaşmalar', İngilizce ise 'savaşta silahlı bir düşman veya kuvvetle belirli bir kıtanın veya şehrin teslimi için yapılan anlaşma' anlamına gelen kapitülasyonlar, daha sonra dar bir anlam kazanmıştır. Başlangıçta, toplumlar arasındaki ticaretten dolayı ülkelerdeki yabancı vatandaşların, kendi ülkelerindeki haklardan aynen yararlanması olarak ortaya çıkan kapitülasyonlar, Avrupa'da sanayinin doğması ve gelişmesiyle yeni bir boyut kazanmaya başladı. Gelişen sanayileri nedeniyle üretimleri için pazar aramaya başlayan sömürgeci devletler, egemenliklerini ya uzak bölgelerdeki ilkel toplumlara yaydılar ya da kendileriyle kapitülasyon antlaşmaları yapan devletleri kendi çıkarları için sömürmeye başladılar.

KAPİTÜLASYONLARIN ÇEŞİTLERİ

Yabancılar elde ettikleri kapitülasyonlar ile Osmanlı topraklarında birçok imtiyaz elde etmişlerdi. Bunları şöyle gruplandırabiliriz:

Kişisel imtiyazlar:

• Yabancılar kendi din ve mezheplerine ait kiliselerde serbestçe ibadet edebilirlerdi.

• Kendi dinsel yöneticilerini rahatlıkla seçtikleri gibi, bu din adamlarının mabed içinde ve dışında dokunulmazlıkları da bulunurdu. Mevcut kiliseleri onardıkları gibi, yeni kiliselerde inşa edebilirlerdi.

• Yabancılar Osmanlı ülkesinde istedikleri yerde (Mekke ve Medine hariç) hiçbir kayda bağlı olmadan oturabilirler, suç işleseler bile sınır dışı edilmezler, serbestçe ticaret yapıp istedikleri malları alıp satarlardı.

• Yabancıların bulundukları ev, iş yeri ve ticarethanelerine ne olursa olsun konsoloslukların bir tercümanı hazır bulunmadıkça girilemez ve arama yapılamazdı. Konsoloslar tercüman ve kavaslarla birlikte bütün konsoloshane memurları imtiyazlardan yararlanırdı.

• Yabancılar kendi okullarını açıp buralarda istedikleri gibi eğitim ve öğretim yapabilir, ders içeriklerini kendileri belirleyebilirdi.

• Bu imtiyazlara kendi sağlık kuruluşlarını kurmaları da dahildir. Bu sağlık kuruluşlarında kendi doktorları aracılığıyla da imtiyaz elde edebilmekteydiler.

Adli imtiyazlar:

• Osmanlı'daki yabancıların kendi aralarındaki davaların yargısı konsoloshanelerdeki hakim ve mahkemelerin yetkisi alanındaydı.

• Osmanlılarla olan davalar ise mahkemelerde ancak yabancının bağlı bulunduğu konsolosluğun tercümanı huzurunda görülürdü. Eğer tercüman gelmemiş veya davayı bırakıp gitmişse dava olduğu gibi kalırdı.

• Yabancıları tevkif hakkı konsoloslara ait idi. Tercüman olmadıkça suç üstü durumunda bile tevkif edilemezdi. Mahkum edilen yabancı cezasını, Osmanlı hapishanelerinde değil konsolosluklarının hapishanelerinde çekerlerdi.

• Her türlü adli tebligatlar konsolosluklarca yapılırdı.

• Elçiliklerce kabul edilmeyen kanunlar (pasaport, gümrük, basın, şirketler) yayınlanmazdı.

Ticari imtiyazlar:

• Yabancıların ticari imtiyazları onların bütün vergilerden muaf tutulmalarıydı.

• Sadece gayri menkul vergileri, ithalat ve ihracat vergilerini kendi devletlerinin Osmanlı'ya izin verdikleri derecede öderlerdi.

• Rahatlıkla ticaret yapabildikleri gibi Osmanlı karasularında gemi işletmeciliği, yolcu ve eşya naklini de ellerinde bulundururlardı.

• Özellikle kıyı bölgelerinde yabancıların postane açma hakkı vardı. Yabancılara gelen ve giden her türlü mektup, telgraf ve paketler hükümet ve yerel yönetimler tarafından denetlenemezdi.

KAPİTÜLASYONLARIN NEDENLERİ

Osmanlı Devleti XIV.yüzyıl (14.yüzyıl) başlarında kurulduğu zaman, çevresindeki ülkelerde kapitülasyon kurumu vardı ve toplumlararası bir gelenek olarak yaşıyordu. Bu nedenle kapitülasyonlar doğrudan doğruya Osmanlı Devleti’ne de geçmiştir.

Osmanlı devletinin üç kıta üzerine yayılmaya başlaması sonucunda bu topraklarda yaşayan Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki gelenek görenek açısından farklılıklar olduğu gibi, adli sistemin de İslam hukukuna dayanıyor olması sorun yaratmaktaydı. Bu hukukun karakteri, kesinlik ve değişmezlik taşımaktaydı ve yalnızca Müslümanlara uygulanmaktaydı. Bu yüzden Avrupa devletleri Hristiyan olan kendi vatandaşlarının Osmanlı'da kendi hukuklarına göre yargılanmasını antlaşmalarda sürekli olarak istemişlerdi. Bunun sonucunda ülkedeki yabancı ve gayrimüslimler kendi kuralları çerçevesinde kendi sahip oldukları haklardan yararlanmaya başladılar ki, bu da kapitülasyonları geçerli bir konuma getirmişti.

Yine Osmanlı Devleti fethettiği değişik kültürde ve dinde olan bölgelerdeki halka hoşgörülü davranmaktaydı ve bu halkın yaşayış ve gelenek göreneklerine saygı duymaktaydı. Bu amaçla özellikle Fatih zamanında İstanbul fethedildiğinde kentteki kurumlara kendi törelerinde ve dini törenlerinde serbest olma izni verilmişti.

Ayrıca Osmanlı padişahlarının Avrupa devletlerine kendi hükümranlıklarını tanıtmak amacıyla ve kendi dönemlerindeki siyasi şartlar gereği yarar elde etmek amacıyla da kapitülasyonlar verdikleri de bilinmektedir.


Sonraki yazı: İlk kapitülasyon antlaşması


Yorumlar

Yapacağınız yorumlarda kendi fikirlerinizi belirtiniz. Sağdan soldan kopyala-yapıştır yapmayınız! Kimseye hakaret etmeyiniz! Gizlilik ve yorum kurallarımız için buraya tıklayınız.